Yıllar önce geldiğim ve büyülendiğim kaya mezarları ve hayalimdeki manzara, meğer bu yaşımda yurdum olacakmış. İnsan neyin ne zaman ve nasıl olacağını gerçekten bilemiyor.

Metropol bir hayatın koşuşturması ile, nasıl geçtiğini bile bilmediğim bir hayat. İstanbul benim için, robotlaşan insanlar, gülmeyen yüzler, renksizleşen bir yaşam ve içinde kaybolduğunuz bir kargaşaydı.

Bu kasaba, rüya gibi yaşadığım çocukluğumu hatırlatıyordu bana. Merhabaların güler yüzle söylendiği bir yerdi bu cennet kasaba. Çocukluğumda, para yerine; "Babamın selamı var" deniyordu bizde. Ve her şey bu selam ile önüme geliyordu. Şimdilerde ise "falanca beyin selamı var" sözü aldı bu cümlenin yerini.

Kapıların kilitlerinin neden var olduğuna anlam veremediğim bir çocukluk yaşamıştım. Mahallemizde herkesin kapısı açık olurdu. Dalyan'da ise 15 gün anahtarı kapının üzerinde unutup, şehir dışına çıktım. Geri döndüğümde, anahtarı bıraktığım yerde, her şeyi yerli yerinde bulduğum an, bir kez daha doğru yerde yaşama kararı aldığımı anladım.

'Benim' malım mülküm ilkesini değil, 'bizim' malımız mülkümüz demeyi bilirim ben. Kendi arabamızın olmadığı yerde, komşumuzun arabası bizim olurdu. 40 yıl sonra, bu düşünceleri tekrar hissetmem ve yaşamıma dahil olmaları, yerleşmek için doğru bir karar verdiğimi gösteriyordu.

Çocukluğumu Dalyan'da bulduğumu anladım.

Misafirim geldiğinde benden önce ocak yakıp gözleme yapan komşularım oldu. Dalyan'da görüp yaşadığım her şey, tarif edemeyeceğim güzellikte bir nimet benim için.

Tüm bunları bana nasip eden güce ve bu güzellikleri, sıcaklığı, insanlığını koruyan insanlarımıza sonsuz teşekkürler.