İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, Bağdat'ta Amerikan güçlerince düzenlenen saldırıda öldürüldü. Doğrudan İran'ın dini lideri Ali Hamaney'e 1979'daki İslam Devrimi'nden bu yana en yakın isimlerden biri olan Kasım Süleymani’ nin ölümü, dünya çapında yankı uyandırdı. Pentagon, ABD Başkanı Donald Trump'ın talimatı ile İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin öldürüldüğünü açıkladı. Pentagon'dan yapılan yazılı açıklamada, "ABD ordusu, Başkan'ın talimatı ile, ABD tarafından yabancı terör örgütü olarak tanınan İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü'nün Komutanı Kasım Süleymani'yi öldürerek (bölgedeki) ABD personelini korumak için kararlı ve savunma amaçlı bir adım atmıştır." ifadeleri kullanıldı.

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doğacan Başaran "Kasım Süleymani’nin Öldürülmesi ve ABD-İran İlişkilerinde Geleceğe Dair Olasılıklar"ı Haber48'e değerlendirdi. Başaran'ın konuyla ilgili detaylı analizi şu şekildedir:

"30 Aralık 2019 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından gerçekleştirilen hava operasyonunda Irak ve Suriye’deki Haşdi Şabi unsurları hedef alınmış ve bu saldırının ardından 31 Aralık 2019 tarihinde İran’a yakınlığıyla tanınan üst düzey Haşdi Şabi komutanlarının da desteklediği eylem neticesinde Irak’ın başkenti Bağdat’ta bulunan Amerikan Büyükelçiliği göstericiler tarafından işgal edilmiştir. Akıllara, 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi sonrasında Tahran’da yaşanan ve “rehine krizi” olarak da bilinen Amerikan Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi olayını getiren bu eylemin ardından ABD’nin İran’a vereceği yanıt merak konusu olmuştur.

Her ne kadar Washington yönetiminin Bağdat’taki saldırıyı yanıtsız bırakmayacağı tahmin edilse de vereceği yanıtın bu kadar sert olacağı öngörülememiştir. Zira ABD, 2 Ocak 2020 gecesini 3 Ocak 2020 sabahına bağlayan saatlerde gerçekleştirdiği saldırıyla, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Ortadoğu politikasını şekillendiren Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, Tuğgeneral Hüseyin Cafer Penahi, Albay Şehrud Muzafferniya, Binbaşı Hadi Tarumi ve İran’ın Irak’taki en önemli vekil aktörlerinden biri olarak bilinen Haşdi Şabi’nin Başkan Yardımcısı Mehdi El-Mühendis’in de içinde bulunduğu  araca saldırmış ve bu saldırıda, bahsi geçen isimlerin de yer aldığı 10 kişi hayatını kaybetmiştir.

ÜNLÜ OYUNCUNUN CANSIZ BEDENİ BOŞ ARAZİDE BULUNDU ÜNLÜ OYUNCUNUN CANSIZ BEDENİ BOŞ ARAZİDE BULUNDU

Mevzubahis gelişme, özelden genele gidecek bir şekilde yorumlanırsa, öncelikle Irak merkezli olarak yaşanan süreçten bahsetmek gerekmektedir. Bilindiği gibi, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi, bu ülkede belirgin bir Amerikan nüfuzunun oluşmasını sağlamıştır. Ancak Saddam Hüseyin’in liderlik ettiği Baas rejiminin devrilmesi, ülke nüfusunun yaklaşık %65’ini oluşturan Şiilerin de siyaseten güçlenmesinin önünü açmıştır. Bu durumu fırsata çeviren aktör ise İran olmuş ve zaman içerisinde İran destekli Şii milis güçlerden oluşan Haşdi Şabi, Irak Ordusu’nun bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle de 2003 yılından itibaren Irak’ta kurulan hükümetler Amerikan Büyükelçiliği ile Süleymani’nin ofisi arasında gidip gelen heyetlerin yaptıkları pazarlıklar neticesinde oluşturulmuştur. Dolayısıyla Irak’ta ABD ile İran arasında büyük bir nüfuz mücadelesinin bulunduğu ifade edilebilir.

Söz konusu nüfuz mücadelesi bağlamında Mühendis’in ölümü düşünüldüğünde, Haşdi Şabi’nin ve İran’ın önemli bir güç kaybettiği öne sürülebilir. Dahası Tahran tarafından desteklenen Bedir Tugayları Komutanı Hadi El Amiri’nin de tutuklandığı iddia edilmiş; fakat bu iddia, Bedir Tugayları’nca yalanlanmıştır. Ancak böyle bir iddianın bulunması bile, İran’ın Irak’taki tüm unsurlarının hedef alınabileceğine ve ilerleyen süreçte Amerikan kuvvetlerinin yeni saldırılar gerçekleştirebileceğine işaret etmektedir. Üstelik İran’ın Irak’taki etkisinden Irak Şiilerinin de rahatsızlık duyduğu yaşanan bazı olaylarda kendini göstermiştir. Örneğin 28 Kasım 2018 tarihinde İran’ın Necef’teki başkonsolosluğu Iraklı Şiiler tarafından yakılmıştır. Çünkü Iraklı Şiiler, Kum ile Necef arasındaki rekabetin de etkisiyle Arap milliyetçiliğinden beslenen bir Şii-İslam refleksi geliştirmeye çalışmaktadır. Zaten bu refleksin yansıması olarak da kurulan hükümette yer almamasına rağmen son seçimden birinci çıkan grup, milliyetçi bir Şii din adamı olan Mukteda Es Sadr’ın liderlik ettiği Sairun Koalisyonu olmuştur. Zira Sadr, diğer Şii gruplara nazaran İran’a daha mesafeli yaklaşan bir isimdir. Bununla birlikte Sadr, kurduğu Mehdi Ordusu aracılığıyla Amerikan işgaline karşı da savaşmıştır. Dolayısıyla Irak’ın ABD ile İran arasındaki hesaplaşmanın oyun sahasına dönüşmesi, Irak halkının gururunu çiğnemektedir. Bu nedenle de önümüzdeki süreçte Sadr’ın daha da güçleneceğini ve bahse konu ülkede Arap milliyetçiliğinden beslenen politik hareketlerin öne çıkacağını tahmin etmek mümkündür. Öte yandan Sadr’a “İran’ın adamı” demek doğru olmasa da İran’a yönelik saldırılar neticesinde Şii liderin Tahran’la yakınlaşması da ihtimal dahilindedir. Nitekim Süleymani’nin ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Sadr tarafından Mehdi Ordusu’nun aktifleştirilmesi çağrısı yapılmıştır. Lakin her şeye rağmen İran’ın Irak politikası açısından ağır darbe yediğini söylemenin makul bir yaklaşım olacağı ifade edilebilir.

Özelden genele gelindiğinde ise Süleymani’nin İran için sıradan bir asker olmadığı vurgulanmalıdır. Çünkü Süleymani, İran’da Dini Rehber Ayetullah Ali Hamaney’den sonra en etkili figür konumundaydı. Hatta zaman zaman üniformasını çıkartarak siyasete girmesi de konuşulmaktaydı.  Zira İran’ın 1979 yılından itibaren uyguladığı “rejim ihracı” politikasının en önemli sac ayağını oluşturan Irak, Suriye, Yemen, Filistin, Lübnan ve Bahreyn politikalarını Süleymani’nin başında bulunduğu Kudüs Gücü şekillendirmekteydi. Dahası belirtilen ülkelere yönelik İran dış politikasının inşasında, Kudüs Gücü’nün Dışişleri Bakanlığı’ndan bile aktif olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle Süleymani, İran’ın paramiliter yapılar aracılığıyla yürüttüğü vekalet savaşlarının koordinatörü konumundaydı. Dolayısıyla Süleymani’nin ölümü, yalnızca İran’ın Irak politikasına değil; tüm Ortadoğu politikasına indirilen bir darbe olma niteliğine haizdir.  

Gelinen noktada yaşanacak gelişmelere dair iki olasılık bulunmaktadır. Bunlardan güçlü olan ihtimal, Tahran yönetiminin Süleymani’ye yapılan saldırıya kayıtsız kalmayarak çok sert yanıtlar vereceğidir. Bu saldırıya cevap verilmesi hususunda ise çoğu Süleymani tarafından kurulan Şii milis gruplar kullanılabilir. Bu da ABD’ye verilecek cevabın yalnızca Irak’tan olmayacağına işaret etmektedir. Hatta İran, bilinçli olarak Irak dışında bir yerden yanıt verebilir. Böylece Tahran, İran’a yönelik bir savaş ilanı durumunda, savaşın İran ve Irak topraklarıyla sınırlı kalmayacağını göstermek isteyebilir. Ayrıca Süleymani’nin ölümü, vekalet savaşlarından devletler arasında yaşanacak asalet savaşına geçişin habercisi de olabilir.

İkinci ve zayıf olan olasılık ise Süleymani’nin ölümüne rejimin göz yummuş olabileceğidir. Çünkü gizliliğine gösterdiği özenle anılan Süleymani’nin suikaste uğraması bazı şüphelere yol açmaktadır. Bu şüpheler, son bir yılda zaman zaman ifade edilen bir durumdan kaynaklanmaktadır. Söz konusu durum, İran’ın yaptırımlarla birlikte zayıflayan ekonomisinin Şii yayılmacılığına hizmet eden politikaları finanse etmekte zorlanmasıyla ilişkilidir. Üstelik İran’ın mezhepçi politikaları, dünya genelinde İranofobiye da sebebiyet vermektedir. Hiç şüphesiz bu da ülkenin imajına zarar vererek müttefiklerini kaybetmesine neden olmaktadır. Mezhepçi politikaların mimarı olarak bilinen isim ise Süleymani’dir. Yani Süleymani’nin ölümü, kısa vadede İran ile Batı arasında bir yumuşamaya neden olmasa da orta ve uzun vadede gelişebilecek yeni bir müzakere sürecinin ilk adımı olabilir. Bu da kulağa uçuk gelmesine rağmen Süleymani’nin ölümüne Tahran tarafından göz yumulmuş olabileceği şüphesini barındırmaktadır.

Neticede Süleymani ve beraberindeki heyete yapılan saldırı, uluslararası toplumun yeniden ABD ile İran arasındaki gerilime odaklanmasını sağlamıştır. Bu saldırı, Irak topraklarında gerçekleşmiş olmasına rağmen İran’ın yalnızca Irak’taki varlığını değil; tüm Ortadoğu’daki unsurlarını hedef almaktadır. Söz konusu saldırı, Tahran’ın vereceği yanıta bağlı olarak bölgeyi ateş çemberine çevirebileceği gibi, orta ve uzun vadede gelişebilecek yeni bir müzakere sürecinin habercisi de olabilir."